ZİHİN KONTROL GRUP

ZİHİN KONTROL GRUP

3 Şubat 2012 Cuma

Beyin kontrol projesi

Sistem insanların zihinlerini bulandırmak, kişiliğini parçalamak,
yönlendirmek için binbir deneyin, yöntemin birikimine sahip. Bu
birikim en yoğun deney sürecini, Nazi “bilim adamları”nın kamplarda,
fırınlara atılmadan önce kobay olarak kullanılan insanlar üzerinden
gerçekleştirmiş. İnsan bilincinin sınırlarını zorlayan ortamlar
oluşturarak, psikolojik etki gözlemlerinden, enjekte edilen
ilaçlarla davranış kontrollerine uzanan bir deney süreci… Hitler
faşizminin ezilmesiyle, ‘Ataç Projesi’ bağlamında ABD, kamplardaki
deneylerden “yararlanma” kapsamında 3 bin Nazi “araştırmacı”sını
korumaya alır. Bu uzmanların ABD ve Kanada’da devam ettikleri
araştırmaları üzerinden CIA ünlü MK-ULTRA (Beyin Kontrol) projesini
geliştirir.

Bu projeyle radyasyon ve LSD aracılığıyla insanların tepkileri
ölçülüyor, çeşitli işkence teknikleri ile birlikte, sosyoloji,
psikoloji, psikiyatri, antropoloji gibi sosyal bilim dalları
kullanılıyor. İnsan davranışlarını kontrol için 150 ayrı projenin
uygulandığı açığa çıkmış durumda. Buzdağının görünen kısmına, açığa
çıkan bilgilere göre, İkinci Dünya Savaşı‘ndan 1970‘lere kadar
deneylerin gerçekleştirildiği yerler arasında 44 üniversite, 15
bilim vakfı, 12 hastane, 3 cezaevi ve ilaç şirketleri bulunuyordu.
Beyin kontrol projesi kapsamındaki çalışmalarda Amerikan Psikiyatri
Deneği, Amerikan Psikoloji Derneği, Biyolojik Psikiyatri Topluluğu
ve ödüllü psikiyatrlar yer alıyor. Üniversitelerde, cezaevlerinde,
akıl hastanelerinde, yetimhanelerde ve uyuşturucu bağımlıları
rehabilitasyon merkezlerinde yürütülen deneyler (deney kavramının
yarattığı etkiden dolayı bunu daha sonra “araştırma”, “inceleme”
olarak değiştirirler) sonra sokaklara, insan toplulukları içerisine
kadar taşınır. Bağımlı ülkelerde bu deneyler farklı yöntemleri de
içine alan biçimlerde, Avrupa ve Asya’da “üçüncü şans” ve “derbi
şapkası” projeleri kapsamında yürütülür. Deşifre edilmeyen
projelerden ikisini bunlar oluşturuyor.

Zihin kontrolü kapsamında çocuklarda ‘ritüel taciz’ yoluyla
yaratılan kişilik bölünmesi deneyleri de yer alıyor. Bu deneylerle
çocuklarda psikolojik travma yaratarak çoğul kişilik
gelişimlerini “inceleme” ihtiyacı duyuyorlar. Bu gözüdönmüşlük, bu
alçaklık, kişilik bölünmesi konusunda uzman olan ABD’li psikiyatr
Colin A. Ross’un “Bluebird: Psikiyatrlar Tarafından Kasıtlı Olarak
Yaratılan Bölünmüş Kişilik” adlı kitabında somut verilerle
işleniyor. Ross kitabında; “BLUEBIRD Projesi’nde CIA, kasıtlı olarak
kişilik bölünmesi yarattığı deneklerini gizli operasyonlarda
kullanmaya çalışmıştır. Belgelerin incelenmesi sonucu bu inanılmaz
deneylerde, 11 yaşındaki çocukların beyinlerine elektrodlar
yerleştirildiği, 7-11 yaşları arasındaki çocuklara haftalarca, her
gün, günde 150 mg LSD verildiği ve elektroşok yoluyla deneklerin
hafızalarının silindiği, hayvanların beyinlerine elektrod
yerleştirerek kimyasal ya da biyolojik saldırılarda kullanma
çalışmaları yapıldığı biliniyor.” diyor.

“Faydalı eserler”
Burada sorun kişinin beyninin kontrolü ve kontrol edilen kişilerin
kullanılması gibi bir varsayımdan öte (bunu da başarmak isterler),
sistemin bütün bu deneylerden yola çıkarak, toplumu kontrol altında
tutmanın araç ve yöntemlerini yetkinleştirme çabasıdır. Bu çaba
kaldırdıkları taşları kendi ayaklarına düşüren sonuçları da
doğurabiliyor.

Birçok komplo teorisi ile iç içe geçen insan beyninin kontrol altına
alınması tartışmaları, “CIA Belgeleriyle Zihin Kontrol
Operasyonları” gibi kitaplar üzerinden de gündeme taşınıyor. Benzer
kitaplar Türkiye’de ordu tarafından iç eğitimde
kullanılmaktadır. “Bu kitap Kara Kuvvetleri Komutanlığı Eğitim ve
Doktrin Komutanlığı’nın 08 Ocak 2003 gün ve ID. ve HRK:3584-17-03\
İsth. Ve İKK. Ş. (20) sayılı emri ile faydalı eser olarak uygun
görülmüştür” ibareleriyle yayına giriyor bu tarz
kitaplar. “Bizimkiler”in bu “faydalı eser”lerden nasıl
yararlandıklarını, benzer yöntemlerin eğitimini aldıklarını her
aşamada görüyor, tanık oluyoruz. Bu tanıklık, kullanılan işkence
yöntemleri, oluşturulan cezaevi modelleri, ulusal kurtuluş
mücadelesine karşı Kürdistan’da sergiledikleri pratik, kurulan derin
ilişkiler sistemi, Susurluklar, taciz, tecavüz vakaları, her türlü
kriminal şebeke ilişkilerinde devletin oynadığı rol, toplumsal
muhalefet dinamiklerine, eylemli tepkilere karşı geliştirilen ırkçı
hezeyanlar şeklinde fazlasıyla yaşandı. Bundandır ki yaşanan
gelişmelerde bir dış mihrak aramaya soyunmadan, bunu empoze etmeye
çalışmadan önce, ‘iç mihraklar’ın halini görmek gerekir.

Zorunluluk
Bütün bu birikimlerin içerisinden süzülüp gelen toplumsal kontrol
yöntemleri içerisinde, kişilik çözülmesi ve çürüme, diğer araçların
yanında, bugün keskin biçimleriyle beyinlere yerleştiriliyor. Çürüme
ve dejenerasyonun körüklenip yayılmasını besleyen iletişim araçları
çokyönlü biçimlerde kullanılıyor. Ekonomik, sosyal, siyasal
krizlerin basıncı düşkünleşme eğilimlerini güçlendirirken, burjuva
medya da bu düşkünleşmeyi derinleştirip kapitalist sistemin
geleceğini garantilemeye çabalıyor.

Bu etkileşim ve çabanın kırılma noktası, sistemin bütün çıplaklığı
ile su yüzüne çıkması-.ıkarılmasıdır. Pisliğin üzerindeki zarın
yırtılmasıyla, parlak görüntülerin altındaki lağım çukurunun ortaya
serilmesidir. Yıkanmakla temizlenmeyecek, sürekli pislik üreten
sistemin tarihin çöplüğüne gönderilmesi zorunluluğudur. Yıkanması
değil yıkılması gerekli ve kaçınılmazdır!